“Bir kahvenin kırk yıllık hatırı vardır!”
Bu deyiş kahvenin Türkler için önemini sergiler.
Kahveyi dünyaya tanıtan Türkler olmuştur. Yemen Valisi Özdemir Paşa kahvenin gizini Yemen’de keşfeder ve İstanbul’a getirir. Etiyopya’da yabani olarak yetişen kahve bitkisinin tarımı ilk kez Yemen civarında yapılmış ve burada Sufi tekkelerde yeşil kahveyi kaynatarak tüketme alışkanlığı gelişmiştir. 1550’lerden itibaren İstanbul kahve ve kahvehane kültürünün odak noktası olur, Tahtakale o zamandan beri buram buram kahve kokar, kahve buradan tüm Avrupa’ya ve sonrasında dünyaya yayılır. Kahve Yemen’den gelir ama kavrularak ince çekilmesi ve küçük cezvelerde köpüklü olacak şekilde pişirilmesi İstanbul’da geliştirilir ve böylece Türk kahvesi doğar. Kahve kısa zamanda Osmanlı Sarayı’nda da benimsenir ve sarayda kahve servisinden sorumlu “kahvecibaşı” rütbesinde bir görevlinin tahsis edilmesine yol açar. Türk kahvesi, kavrulmasından öğütülmesine, zarif fincanından, yanında billur bardakta sunulan serin su birlikte ikram edilen lokumuna kadar incelikli sunumuyla tam bir ritüel haline gelir. Sarayda ve konaklarda kahveye kimi zaman müzik, kimi zaman da şiir ve edebiyat eşlik eder; kahvehaneler buluşma noktası olur.
Dünyayı fetheden kahve alışkanlığı yeni kahve üretim alanlarının gelişmesine yol açar. Kahve kısa zamanda Yeni Dünya’da yetiştirilmeye başlanır, Brezilya’daki ilk kahve plantasyonları 18. yüzyıl başlarında kurulur. Yemen’deki üretimin son derece kısıtlı olmasının bir sonucu olarak Osmanlı topraklarında da kısa sürede Brezilya kahvesi tercih edilmeye başlanır. Brezilya ikliminde, Türk kahvesine özgün tadını veren Arabika türü, düşük asitli, gövdeli ama yumuşak içimli bir tat kazanır. 880 metre üzeri rakımda dağlık alanlarda özel olarak yetiştirilen Brezilya menşeli kahve çikolata ve fıstık aromaları taşıyan tatlımsı bir yapıya sahiptir.
“Bir kahvenin kırk yıllık hatırı vardır!”
Bu deyiş kahvenin Türkler için önemini sergiler.
Kahveyi dünyaya tanıtan Türkler olmuştur. Yemen Valisi Özdemir Paşa kahvenin gizini Yemen’de keşfeder ve İstanbul’a getirir. Etiyopya’da yabani olarak yetişen kahve bitkisinin tarımı ilk kez Yemen civarında yapılmış ve burada Sufi tekkelerde yeşil kahveyi kaynatarak tüketme alışkanlığı gelişmiştir. 1550’lerden itibaren İstanbul kahve ve kahvehane kültürünün odak noktası olur, Tahtakale o zamandan beri buram buram kahve kokar, kahve buradan tüm Avrupa’ya ve sonrasında dünyaya yayılır. Kahve Yemen’den gelir ama kavrularak ince çekilmesi ve küçük cezvelerde köpüklü olacak şekilde pişirilmesi İstanbul’da geliştirilir ve böylece Türk kahvesi doğar. Kahve kısa zamanda Osmanlı Sarayı’nda da benimsenir ve sarayda kahve servisinden sorumlu “kahvecibaşı” rütbesinde bir görevlinin tahsis edilmesine yol açar. Türk kahvesi, kavrulmasından öğütülmesine, zarif fincanından, yanında billur bardakta sunulan serin su birlikte ikram edilen lokumuna kadar incelikli sunumuyla tam bir ritüel haline gelir. Sarayda ve konaklarda kahveye kimi zaman müzik, kimi zaman da şiir ve edebiyat eşlik eder; kahvehaneler buluşma noktası olur.
Dünyayı fetheden kahve alışkanlığı yeni kahve üretim alanlarının gelişmesine yol açar. Kahve kısa zamanda Yeni Dünya’da yetiştirilmeye başlanır, Brezilya’daki ilk kahve plantasyonları 18. yüzyıl başlarında kurulur. Yemen’deki üretimin son derece kısıtlı olmasının bir sonucu olarak Osmanlı topraklarında da kısa sürede Brezilya kahvesi tercih edilmeye başlanır. Brezilya ikliminde, Türk kahvesine özgün tadını veren Arabika türü, düşük asitli, gövdeli ama yumuşak içimli bir tat kazanır. 880 metre üzeri rakımda dağlık alanlarda özel olarak yetiştirilen Brezilya menşeli kahve çikolata ve fıstık aromaları taşıyan tatlımsı bir yapıya sahiptir.